7 Temmuz 2010 Çarşamba

DÜNYAANA -BİLİNÇLİ DÖNÜŞÜME-NİYET MEDİTASYONU

DÜNYAANA -BİLİNÇLİ DÖNÜŞÜME-NİYET MEDİTASYONU

Sevgili Arkadaşlar

Meksika Körfezindeki son petrol felaketi, insan eliyle üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegenine, yaşama ve insanlara verilen zararın dönüm noktasını oluşturmuştur.

Dünya ekolojik sistemini yok edecek, insanlığın ve yeryüzündeki diğer canlıların varlığını tehlikeye sokacak, fosil yakıta dayalı, kar amaçlı vahşi üretim-tüketim sistemlerinin ve insanı bu sistemlerin mekanik aracı haline getiren teknolojinin, doğayı kemiren ve meta haline getiren bakış açısının, kutsal kitaplarda üstü örtülü işaret edildiği, maya takvinde açıkca belirtildiği, doğanın ekolojik felaketlerle çoktan sinyallerini verdiği ve BM Milletlerin İklim Kuruluşu IPCC nin raporları ve bilim insanlarının araştırmaları ve çeşitli yollarla insanlara ilettikleri uyarılar göstermektedir ki, İnsanlık olarak BİLİNÇLİ BİR DÖNÜŞÜMÜ seçmenin ve açıkca bunu Evrene bilinçli olarak topluca ifade etmenin veya herşeyi yok oluşa terk etmenin son adımındayız.

Böyle gelmiş, ama böyle gitmeyebilir. Seçim Bizlere, hepimize ait. Biz kendi hissemize düşeni; en azından -Niyeti- ifade edelim,eyleyebildiğimizi yerine getirelim ve Ol'Anı Allah'ın Takdirine bırakalım

Dünyanın yaşamın ve hepimizin en yüksek hayrına, Bilinçli Dönüşümü seçen dostlarla birlikte, insanlığın en yüksek potansiyellerine odaklanamanın yaratacağ sinerjinin de farkındalığıyla; doğayla uyumlu, dengeli, HERKESİN EN YÜKSEK HAYRINI GÖZETEN, GELECEK NESİLLERE AKTARILABİLEN, yenilenebilir, işbirliği ile çoğaltılabilir, gizli gündemler olmaksızın paylaşılabilir, YENİ YAŞAM MODELLERİNİ ortaya çıkaracak –potansiyellerin ortaya çıkmasına ve lutufla yaşamlarımıza akmasına NİYET edeceğiz.

Katılmak isteyen dostlara da sevgiyle haber veriyoruz…..

Farzedin ki…..
köylülerin kuraklıkta yağmur duasına çıkması gibi….
Bizde Varoluşun huzurunda -Yaşamı Seçtiğimizin- duasına çıkmış olalım..…

Bilinçli Dönüşüm Niyet-Meditasyon saati

*07.07.2010 saat 19:00 ile 19:19 arasında 19 dakika yapılacaktır…

*17.07.2010 saat 19:00 ile 19:19 arasında 19 dakika yapılacaktır…

“NİYET: İnsanlık Ailesinin bir ferdi ve dünyada yaşayan bir canlı olarak;
Dünya üzerinde, doğanın, canlıların ve insanların yaşamını tehdit ve insan eliyle kurulmuş tüm sistemlerin; doğayla uyumlu, dengeli, HERKESİN EN YÜKSEK HAYRINI GÖZETEN, GELECEK NESİLLERE AKTARILABİLEN, yenilenebilir, işbirliği ile çoğaltılabilir, gizli gündemler olmaksızın paylaşılabilir, YENİ YAŞAM MODELLERİNİ ortaya çıkaracak şekilde dönüşmesine NİYET ediyoruz. BİRLİKTE NİYETİMİZLE ilgili potansiyeller ortaya çıksın. Ve hayatımıza aksın. NİYETİMİZLE ilgili sorumluluğumuzu kabul ediyor ve Yaşamlarımızı Kutluyoruz. Ne Mutlu Bize.” (her iki meditasyonda belirtilen günlerde ve aynı niyet edilerek yapılacak ve meditasyon süresince NİYETİMİZE odaklanacağız)

Meditasyona katılacak olan dostlara şimdiden; Yaşamı NİYETİNİZLE destekelediğiniz için çok teşekkür ederim.
Niyet bir adımdır.
Bir adım; hem ilk hem de son adımdır.
Çoktan Niyet ettiğimiz GERÇEKLİKTEYİZ…
Sağolun. Varolun.


Sevgiyle
Nilgün Nart


Bilinçli Kavuşum-Maya Takvimi-
http://mayatakvimi.blogspot.com/2010/05/bilincli-kavusum-birlik-dalgas-17-18.html


Bilincin Evrimi- Barış ve Huzur http://haksulhask.blogspot.com/2010/07/baris-ve-huzur-i-bilincin-evrimi.html


Not:
*Meditasyonun ne olduğunu bilmeyen, Dostlar, dilimiz döndüğünce, kalemimizin yazdığınca ifade etmeye çalıştığımız gerçeklerle ilgileniyorlarsa internetten araştırıp bakabilirler. Verdiğimiz linklerden araştırıp okuyabilirler. Teşekkürler.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

BARIŞ ve HUZUR - III "Barış Ruh Hali”

BARIŞ ve HUZUR - III "Barış Ruh Hali”


“Sen, yalnızca Biri gör; seni yoldan saptıran ikincidir.”
Kebir

Evrilmekte olduğumuz insan-insan bilincinin “Ruh hali”, barıştır.

Barış; şimdi evrimleştirmeye çalıştığımız, hayvan-insan bilincine ait bir olgu değildir. Çünkü barış, savaşın karşıtı değildir. Hayvan-insan bilincimizde, her ne kadar barışı dilersek ve bu yolda iyileştirmelere de gitsek, barışı sağlama adına her zaman savaş, barışın arkasında olacak ve her an sahneye çıkmak için fırsat kollayacaktır. Hayvan-insan bilincinde barış bir taraftır, savaş ise diğer taraf. Ya iyisinizdir ya kötüsünüz. Ya kaybedensinizdir ya da kazanan.

Hayvan-insan bilincimizin ekonomiye yansımış izdüşümlerinde; açlığı, yoksulluğu, fakirliği, zenginliği, güçsüzü ve güçlüyü görmekteyiz. Vahşi kapitalizmin söylemlerinden olan, “kıyasıya rekabet”in günümüzde yol açtığı acıyı, yok olan tabiatı, tükenmek üzere olan dünya kaynaklarını ve gezegen kirliliğini görebilirsiniz.
Gerçek ihtiyaçlarımızın dışında, yaratılmış yapay ihtiyaçlar, dünya laboratuarlarından kaçırılmış ve dünyanın başına dert olan hastalıklar, bunların ilaçlarını üreten, çokuluslu zengin ilaç firmalarının zenginliğine zenginlik katan, fakir, hasta ve çaresiz insanlar, dünyanın gelirinin yüzde doksanına yakın kesiminin, bir avuç insan ve geri kalanının da o büyük kitle tarafından paylaşılması, dünya ülkeleri ve sınırlarında yaşanan ölümüne mücadeleler… (nedenleri her ne olursa olsun, sonuçta cephede yüz yüze gelen iki insandır. Ve insan olduklarını, yüz yüze geldiklerinde fark ederler. Çünkü, insan insanı öldüremez.)

Çünkü yüz yüze geldiğinizde, savaştığınız ve düşman olduğunuz tarafın, insan olduğunu görürsünüz. Yüzeye çıkmakta olan insan-insan bilincinizdir. “İnsan insanı tanır. İnsan insanın aynısıdır. İnsan insanın aynasıdır.” Hepimizin hissedişleri, sevinçleri, kederleri, acıları, hayattan beklentileri, mutlulukları aynıdır. Hepimizin içinde aynı fırtınalar kopmakta, hepimizin dışında aynı senaryo oynanmaktadır.
Gerçek “Biz” neredeyiz? Gerçek “Biz” kimiz?

Gerçek biz; içimizde, yüreğimizde, insan-insan bilincimizde, koşulsuz sevgimizde, aşkımızda, yüksek insani değerlerimizde, merhametimizde, şefkatimizde, kendimize ve diğerlerine gösterdiğimiz sabrımızda, kendimiz olma cesaretimizde, kendimizi ve diğerlerini bağışlayabilme gücümüz de, kısacası kendimizi keşfetme ve yüksek insani değerlerden, yeni bir “kendimizi”, yani “insan-insanı”, herkese ve her şeye rağmen yaratabilme ve cesurca yaşayabilme yolculuğumuzdadır.

“İnsan-insan bilinci”nde, barış bir ruh halidir.

Barış insanın kendisinin kendisiyle (çatışma ve mücadele olmaksızın) dengede olmasıdır. Dengeli bir “var” oluştur.
Ruhun, “Barış” içinde durması, yüksek insanı değerlerin içsel olarak kabullenilmesinden, onlarla hemhal olunmasından ve aşılmasından kaynaklanır. Ruh, yani “yeni insan-insan bilincini taşıyan siz”, barışı sağlamaya çalışmazsınız. Siz zaten barışsınızdır. “Barış Ruh hali”nde, “insan-insan bilinci”nde taraflar yoktur. Siz, “zihnin her şeyi bölen yapısı”nı fark ettiğiniz için, ona yeni bir model oluşturmuşsunuzdur. Zihin, gerektiği zaman devreye girer ve neyi düşünüyorsunuz, onu bölmez, sadece bilgiyi dünyaya tatbik etmeye ve kullanışlı kılmaya yarar.

İnsan kardeşlerinizle, nihayet insan tadında, huzur içinde bu dünyada yaşayabilirsiniz. Yaşadığınız gezegenin, gezegen üzerinde var olan her bir canlının, cansızın değerini bilirsiniz. Çünkü, siz her şey ile dengedesinizdir. Her şey, siz olan bütünün eksiksiz bir parçasıdır.

Herkesi ve her şeyi kabul edebilecek ve bağışlayabilecek, evren kadar geniş bir yüreğe sahip olursunuz. Mevlana’nın dediği gibi; hiç bir zaman geç kalmadınız, kaç kere yoldan dönmüşte olsanız, kaç kere döndürülmüş te olsanız, dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız, hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız, kendinizin “Yüreğiniz” tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da siz yine de “kendinize-Yüreğinize” yürüyünüz. Hiç kimse size inanmasa da siz kendinize inanınız.



Yazan Nilgün Nart
“Daha Geç Olmadan” 2008 - Küresel Isınma Kitabından

www.kuresel-isinma.org

BARIŞ ve HUZUR - II “İnsan-İnsan Bilinci”

BARIŞ ve HUZUR - II “İnsan-İnsan Bilinci”


Söylediklerinize dikkat edin, düşünceleriniz olur…
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınız olur…
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınız olur…
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınız olur…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerleriniz olur…
Değerlerinize dikkat edin, karakteriniz olur…
Karakterinize dikkat edin, kaderiniz olur…
Mahatma Gandhi

“Bir sır daha var, çözdüklerinden başka
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye
Bir şey daha var, bütün yapıtlardan başka.”
Hayyam


Zihnimizin bölünmüşlüğünü, iyi-kötü, doğru-yanlış arasında gelgitlerini, hiç durmayan sesini, her şeyi, bizde dahil yargılarına ve şikayetlerine, beklentilerine, sonu gelmez maddesel açlığına ve onun düşünceleri nasıl da oburca yiyip, bizi tüketene kadar bütün taraflarda dolaştırmasına tanıklık ettikten sonra sakinleşecektir. Zihne (egomuza), içimize bakışımız, “içsel sessizleşme”yi de beraberinde getirir. Bu sessizlik, “farkındalığın sessizliği”dir.

Dünyada ilk insanın ortaya çıkışından beri, atalarımızdan getirdiğimiz genetik yapımız ve bu yapı içinde, “genetiğimizle birlikte evrimleştirmeye çalıştığımız bilincimiz”, “hayvan-insan bilinci”dir. Ne tam hayvanızdır, ne de insanızdır. Hayvansal özelikler sergilemekle birlikte, zaman zaman insansı erdemler de göstermekteyizdir. Bu ikili doğamızda, insanileştirmeye çalıştığımız hayvani davranışlarımızla, hayatta kalma mücadelesini sergilediğimiz alışkanlıklara sahibizdir. Davranışlar, hayvanlarda gözlendiği gibi otomatiktir. Ya avsınızdır ya da avcısınızdır. Kazanan veya kaybedensinizdir. “Bedensel ihtiyaçlara ve neslin devamına odaklı”sınızdır. Mücadele vardır, üreme vardır, güç vardır, zayıflar, ihtiyaçlar vardır. Aklınıza gelebilecek bütün karşıtlar ve ikilemler vardır. Siz, aynı bir sarkaç gibi, iki kutup arasında gidip gelirsiniz. Bazen iyi, bazen kötüsünüzdür. Her şeye rağmen, “yaşamın devamına kodlanmış DNA yapımız”, onun etkisiyle gelen dürtülerimizi ve verdiğimiz otomatik tepkilerimizi sorgulamayız bile. İnsan doğamızın farkındalıkla dolu etkilerini alabilecek, alsak bile ayıklayacak ve gerçeği görecek ve ona göre tepki verecek bir zihin berraklığında değilizdir. Çünkü korkuyla hareket etmekteyizdir. Korkularımız, endişelerimiz ve beklentilerimiz zihnimizi bulandırır.

Ve tepkilerimiz her seferinde, binlerce yıldan beri oluşturduğumuz otomatik savunma mekanizmalarıdır. Kendi yaşamımızda, ihtiyaçlarımıza göre özel olarak geliştirdiğimiz ve etrafımıza sardığımız duvarlarımızı da bu tabloya eklersek, sınırlarımızın, kalıpların ve şartlanmışlıkların karmakarışık bir örgüsüyle karşılaşırız. Burası (hayvan-insan bilincimiz) “bizim hapishanemiz”dir.

Bu bilinçte “kader” vardır. “Özgürlük”ten eser bile yoktur. Otomatikleşen yaşamımızla, korkularımız ve zihnimizin gölgesinde kaderimizi yaratırız. Hem toplumsal kaderimizi, hem bireysel kaderimizi. Kişi; şartlarının, sınırlarının, ihtiyaçlarının ve toplumun otomatikleşmiş hayvan-insan bilincinin tutsağıdır. Hayat, sürekli bir mücadeledir.
Kaybeden olmaktansa, her ne pahasına olursa olsun, kazanan tarafta olmayı isteriz. Hırsımız ve korkularımızın gölgesinde, gözümüzü kırpmadan yüksek insani değerleri harcayıveririz. Çünkü bildiğimiz yöntem, en iyi yöntemdir.
Benim gerçeğim, benim doğrum tek gerçektir. Öyleyse benim gibi düşünmeyenler yanlış düşünüyordur. Ve onlar “öte taraf”tır.

İlk darbeyi sen vur. Size vurana, vurursunuz.
Sizden nefret edenden, nefret edersiniz.
Sizinle kavga edenle, kavga edersiniz.
Rekabet edenle, rekabet edersiniz.
Ben doğru düşündüğüm için, Tanrı benim yanımdadır ve diğerleri benim gibi yaşamak zorundadır.
Sizi yargılayanı, siz iki kat yargılarsınız.
Sürekli mücadele edersiniz. Sürekli bölünürsünüz. Sürekli iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış arasında, yani iki kutupta gidip gelirsiniz. Listeyi sonsuza kadar uzatabiliriz…

Mevlana yüzyıllar öncesinden “Sevgi ve merhamet insanlığın; hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır.” diyerek, insanın bir sonraki bilinç evrimini görmüş ve insan-insan bilincini, kendi insan bedeninde, kendi gerçeğine yürüyerek gerçekleştirmiştir.

Ve 21 yy. eşiğinde evrimin bizi zorladığı öncelikli konu; hayvan-insan bilincinden, insan-insan bilincine geçiştir. Bütün değişimler ve evrimler gibi, bu değişimde zor ve sancılıdır. Çünkü, değişim bir gerilimin arkasından gelir. Ve gerilim, insan ruhunda acıyı yaratır. Ve acı, her güzel şeyin öncesinde yaşanan “güzelin ve gelmesi gerekenin” doğum sancısıdır.

Bu, tıpkı yağmur yağmadan önce, bulutların kararması ve yağmuru yağdırmak için, hazırlık yapması gibidir. Ve arkasından “Rahmet” yağar. Her şeyi yıkar, paklar, temizler. Ve her yere yaşam enerjisini taşır. Değişim de; bizde olanları yıkar, paklar, temizler ve yeni yaşamla doldurur. “Yeni anlamlar”la donatır. Değişim; hareket, canlılık demektir.

İnsanlık yeteri kadar gerilmiştir. Kara bulutlar her tarafı kaplamıştır.
“Hayvan-insan bilincimiz”de gidilecek, iyileştirilecek hiçbir şey kalmamıştır.
Bütün ürettiğimiz değerler ve bu değerlerin neticesinde tükettiğimiz dünyasal değerlerin sonuna gelmiş bulunmaktayız.

Çok değil, bundan yarım yüzyıl önce kullanılan atom bombası, “hayvan-insan bilincimizin ürettiği bir buluş ve teknoloji”dir. Biz insanlık olarak, atomun parçalanmasından ortaya çıkan enerjiyi, insanlığın yararına ve refahına kullanabilecekken, bunu diğer insan “kardeşlerimizi yok etmek için silah” olarak kullandık. Çünkü; hayvan-insan savunma mekanizmalarımız otomatiktir. Etki-tepki yasasına göre çalışır. Bir sonraki savaşta keşfedildiğini bilmediğimiz ve insanlığın yararına kullanılabilecekken, bu keşfedilen teknolojiyi, insan-hayvan bilincimizin bir silah olarak kullanmayacağını nereden bileceğiz.

Eğer insan-insan bilincine evrimleşemezsek, içimizdeki hayvani içgüdülerimizden ve otomatikleşmiş savunma mekanizmalarımızla, yeni teknolojilerin de silah olarak kullanılacağını tahmin etmek, hiç zor olmasa gerek. Atom bombası, vicdanlı bir insanın aklının alamayacağı bir neden olan savaşta, karşı tarafa karşı kullanılırken ve masum insanların üzerine atılırken, atomla, atomun parçalanmasından ortaya çıkacak enerjinin boyutları ve sonuçları ile ilgili ve bunun silah olarak kullanılmasının yaratacağı gezegensel etkileri-zararları-felaketleri hakkında hiç kimsenin yeterli bilgisi yoktu.

İnsan; değil sahip olduğu bir şeyi, hiçbir şeyi yok etme yetkisinde değildir. Hele ki gezegeni tüketme ve yok etme yetkisinde hiç değildir. Çünkü insan geçici doğasıyla sadece geçici bir süre gezegene yaşama ve deneyimleme nedeniyle gelmiştir. Ve bir süre sonra, dünyadan ayrımsız ve istisnasız, herkesin bir gün gelip tadacağı ölüm denen olguyla ayrılacaktır. Değil dünya gezegenini, bütün evreni yok edebilirdik. Yarın bilimde yapılan yeni keşifler sonucunda, ortaya çıkacak buluşların ve teknolojilerin silah olarak kullanılmayacağını ve bütün bir Evren’i yok etme kapasitesine sahip olmayacağını kim bilebilir?

Bilim; daha kuantum, anti madde, sicimler, evrendeki kara delikler, hatta atomun çekirdeğinin yapısı hakkında bile yeterli bir bilgiye sahip değildir. Çünkü insan sürekli yok etme eğilimli ve yok etme eğilimli davranışının akabinde oluşan “hayali düşman”dan dolayı, “güvenlik amaçlı araştırmalar” yapmaktadır. Bu durumda canlı bir organizma olan gezegen, gezegen üstündeki her canlı, ekolojik sistem, atom ve kuantum alanları, “kendilerini insana ifşa etme”yecektir. İnsanın kalbinden başka, gezegendeki her şey canlıdır. Sadece “var olmak için tüketmek”tedir. “Tüketmek için var olmamak”tadır. İki davranış arasında çok büyük fark vardır. Bu fark ise, hayvan doğasına sahip insanın, bilinç taşımasından kaynaklanmaktadır. Gerçek insan olmaktayız. Ve bizler insan olarak, henüz “gerçek insanlığın çocukluk safhası”ndayız. Fakat dünyamızın geldiği acil-belirsiz gezegensel durumdan dolayı, artık büyümeli ve gezegenimize, yaşamımıza sahip çıkmalıyız.

Sanırım “Evren”, bu kadar “tehlikeli bir çocuğun evrende özgürce oyun oynaması”na izin vermeyecektir. Ve bizi bütün sistemlerle, hayvan-insan bilincinden, insan-insan bilincine evrimleşmek için baskılamaktadır. Dünyamızdaki “yozlaşmışlık ve kirlilik” değişimin habercisidir. Yozlaşmışlığımız ve kirliliğimiz bizim “yağmur öncesi toplanan bulutlarımız”dır.

Ve nihayet yağmur yağacak ve değişim başlayacaktır.

Yağmurun her bir damlası bu karanlıktan, “kendi gerçeğine ve yüreğine yol almaya başlayan bireyler”dir. Yüreğinde vicdanın sesine kulak veren, insani erdemleri kendinde bütünleştirmiştir.

Kendi gerçeğine yol almak, “kendini bilmek” demektir. Dünyadaki ve evrendeki kendi manasını çözerek, gerçek insan olmaktır.

Aynaya bakmak ve “sırrı aynada görmek”tir. Diğerleri, etrafımızda olan “her şey bir ayna”dır. Herkeste ve her şeyde sevgiyi görebildiğinizde ve her şeyin sevgi olduğunu bildiğinizde ve dünyayı kendinizde bildiğinizde; gerçek insan olursunuz ve insan-insan bilincine evrilirsiniz.

Evren bizi değişime götürmektedir. Değişime ayak uydurabilenler, yani uyum sağlayabilenler ve değişimi kabullenenler, ayakta kalacaktır.

Ve Charles Darwin’in dediği gibi; “Var olan, türlerin en güçlüsü değildir. Hayatta kalan değişime en çok ayak uydurabilendir.”

Shopenhauer der ki: “Değişim, değişmeyen tek şeydir.” Değişim, evrimin devinimidir, nabzıdır. Değişime, kimse karşı koyamaz. Darwin’in dediği gibi, “değişemeyenler güçsüz olanlardır.”

Çünkü, değişimin arkasındaki güç, Sonsuz’un gücüdür. Ve Sonsuz, kendi evreninde, kendi devinimi yapmaktadır. Ve değişim, her zaman çılgın, tahayyül edilemeyen vuruşlarla gelir.

Evrimi veya değişimi istemek yada istememek gibi bir seçeneğimiz yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken konu; “eğer değişim yolculuğumuza gönüllü olur, olmakta olanın olmasına, yaşamlarımızda ki değişimlere izin verebilirsek, sevgi ve lütufla yaşama ve deneyimleme şansımızın olduğu”dur. Eğer değişimlere direnirsek, yaşamın bizim önümüze getirdiği ve bizi içine attığı değişimlerin ortasında, eskilere ve bırakmamız gerekenlere, “hayatımızdan çıkıp gitmesi gereken bağımlılıklarımızı sürdürme”ye devam edersek, deneyimlerimizin keder ve acı dolu sarsıcı olacağıdır.

Mevlana’nın dediği gibi;

“Acı yalnızca direnişte vardır.
Sevinç yalnızca kabullenişte.
Yürekten kabullendiğinde, acı veren durumlar sevinçli olur.
Kabullenmediğin sevinçli durumlarsa acı verir.
Kötü deneyim diye bir şey yoktur.
Kötü deneyimler, yalnızca olana direnmenin yarattığı şeylerdir.”

Çünkü yeniye ve bizim için gelmekte olana yaşamlarımızda yer açabilmek için, eskileri ve gitmesi gerekenleri salıvermek durumundayızdır. Eskilere tutunduğumuz ve değişime izin vermediğimiz zaman, direnç oluşur.

Sokrates; “Bir şeyler değiştirmek isteyen, insan önce kendinden başlamalıdır.” der. Sadece kendimizi değiştirebiliriz. Dışarısı dediğimiz diğerleri, bizim ardımız sıra değişecek ve dengelenecektir.

Çünkü, içimiz nasılsa, dışımızda öyledir. Ruhumuz sürekli dışarıdan bize, her şeyle yansır. Tasavvufa göre; ancak kendimizde olanı dışımızda görebiliriz. Ve ne ekersek onu biçeriz. Sevgi ekersek, sevgi alırız. Nefret ekersek, nefret alırız.

İnsan-insan bilincine evrimleşme sürecinde, kendi içimize yürüyüşümüzde, diğerlerinin de kendileri olduğunu, diğerlerinin de özlemlerinin ve beklentilerinin aynı olduğunu unutmadan, koşulsuzca her şeyi ve herkesi kapsayacak evrensel sevgiyi ve hoşgörüyü, “yeni zihinsel alışkanlığımız” olarak demirleyebilirsek ve “değişimlere direnmezsek”, insan olmanın tadını yüreğimizle yaşayabilirsek, herkese ve her şeye rağmen, yolumuzdan ve “kendimiz olmaktan vazgeçmezsek”, “yolun ödülleri” ve kendimiz, yani BARIŞ ruh halimiz, bizde tecelli edecektir. Siz “yolu temizleyin”, gelmesi gerekeni, Evren getirip içinize bırakacaktır. Kapı açılacaktır. Yol belirecektir.

Ve o zaman dünyada yaşanan savaşlara, masum insanların ve çocukların öldürülmesine, açlığa, sefilliğe, acıya ve sefalete dur diyebiliriz. Ve BARIŞI gerçek kılabiliriz.

Bu dünyada kendimiz gerçek olmadan, insan-insan bilinci taşımadan, neyi gerçek kılabiliriz ki? Bütün dünyayı yüreğimize almadan, herkesi ayrımsız koşulsuzca sevmeden, hangi savaşı durdurabiliriz ki?


Yazan Nilgün Nart
“Daha Geç Olmadan” 2008 - Küresel Isınma Kitabından

www.kuresel-isinma.org

BARIŞ ve HUZUR - I “Bilincin Evrimi”

BARIŞ ve HUZUR - I “Bilincin Evrimi”


“Barışa giden bir yol yoktur. Barış tek yoldur.”
Mahatma Gandhi


İnsanlar birbirinden uzak. İlişkiler tükenmiş, idealler kaybolmuş, ütopya vizyondan silinmiş. Sanki, artık bu dünyada yaşayabileceğimiz ve gidebileceğimiz bir yerler kalmamış gibi. Hatta dış dünyamızda yaşananlar, zihinlerimize, yüreğimize kadar girmiş. Gözümüzü kapattığımızda bile; çatışma, savaş, huzursuzluk, endişe, korku ve yalnızlığımız en sinsi şekilde, tıpkı bir gölge gibi bizi takip ediyor.

Her geçen gün, biraz daha kayboluyoruz içimizde ve dışımızda.

Kimiz biz?
Neden, bu şiddet dolu dünyada yaşıyoruz?
Biz nereye gidiyorduk ki yolumuz buraya çıktı?
Neden kaybettik kendimizi, yönümüzü?

Kim kurtaracak bizi? Kurtulacak bir şey kaldı mı? Peki kurtarıcı var mı?

Şu anda dünyada yaşanan ve insanlığın ortak zihnini tamamen kaplamış olan görüntü ve yansımalar bu şekildedir.

Peki “Siz” tek başınıza, bütün bu gözlerinizin önünde olmakta olanla ve içinde yaşadığınız gerçekle ne yapabilirsiniz?

Yukarıda kaba sınırlarını çizmeye çalıştığım ve içine pek çok kendi yaşamınızla ve içinizdeki korkularla, şüphelerle, çelişkilerle kendi karanlığınızı boyadığınız tablo, “toplumsal bilincin matrixi”dir.

Dünya toplumu, tek tek bireylerden oluşur. Birey bir gerçekliktir. Ama, toplumun felsefi açıdan, bir gerçekliği yoktur. Dünya toplumu bir kitledir. Kitleler eğitilemez. Çünkü bir gerçekliği yoktur. Bireyler yaratır, yapar, kitleler yıkar. Kitlesel eğitimle veya adına ne derseniz deyin; kitlesel ile başlayan her şey, sanal olarak konuşulan ve amacı olmayan, kitleleri oyalama ve uyutma uğraşlarıdır. Kitle ne kadar çok uyursa, toplumsal bilincin eğilimlerinden ve eylemlerinden çıkar sağlayanların çıkarlarına o kadar hizmet etmektedir.

Bir tek, birey gerçektir. Ve gerçek eğitim, bireye verilebilir. Ve gerçek değişimi Bireyler gerçekleştirebilir. Gerçek bireysel eğitim; kendinin hakimi, iradeli bireylerin yetişeceği ortamları ve sistemleri oluşturmakla başlar. Ve Birey karar verme ve seçme gücünde olandır. Kısaca, değişimi elinde tutandır.

Ve “dünyayı değiştirebilmek” ise; dünyanın ötesine geçmekle, şu anda bilinenin ve yaşanılan algının ötesine geçmekle mümkündür. Matrix’in dışına çıkmanız gerekir.

Matrix - toplumsal bilinç, dünyada yaşanılan her şeyiyle, dışarıda ve içimizdeki şartlanmalar, kalıplar, sınırlar, korkular ve şüpheler yoluyla içimizde olduğuna göre, bu döngüden nasıl çıkacağız? Nasıl bireyselleşeceğiz?

Basitçe, gerçek kendimize sessizce yürüyerek, yüreğimizin sesini dinleyerek, içimizde bize ait olmayanları ayıklayarak, kendimizi yeniden tanımlayarak, yeni tanımladığımız kendimizi ifade ederek ve yaşayarak, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi unutmadan ve “Anka kuşu” misali küllerimizden yeniden doğarak, kendimizi gerçek kılabiliriz. Bireyselleşebiliriz.
Yoksa bu dünyada, nereye gidersek gidelim, içimizdeki kendi küçük benlerimizden oluşan egomuzda dahil, toplumsal bilincin - matrixini bulacağız.

“Gerçek kendinizin kapısı”nı cesurca, kuvvetle, kendinizle gerçekten yüzleşmekten emin olmanın güveni içinde çaldığınızda, yüreğimizin kapısı açılacaktır. Kapının açılma olasılığını ve kendinize yolunuzun belirmesini samimiyetiniz ve kararlılığınız belirleyecektir. Yola çıkmadan önce, zihninizin işleyiş yapısını ve dinamiklerini bilmek, güveninizi ve kararlığınızı artıracaktır.

Ve size “Kapı” açılıp, “Yol” göründüğünde, “Gerçek Siz”, Yüreği olan Siz, “Toplumsal Bilincin Matrixi”nin ne kadar şişirme, sanal ve çok iyi tasarlanmış, fakat bir o kadar da zayıf ve sabun köpüğü gibi bir illüzyondan oluştuğunu, aynı zamanda da sizi nasıl hapsettiğini ve yalnızlığa, acılara, korkulara ittiğini göreceksiniz. Kapı açılana ve yol oluşana kadar (eğer geri dönmemeyi başarabilir, sıradan bir insan olarak, bu dünyadan yaşayıp geçmenin, yalancı rahat cazibesine kapılmazsanız) toplumsal bilinç sizin için, aklınıza gelebilecek her türlü zorlukla ve olayla karşınıza çıkacaktır. Sizi “yüreğinize çıktığınız yol”dan döndürmek için, ikna etmek etmeye çalışacaktır. Zihniniz (ego-nefs) ve ait olduğu toplumsal bilinç; sizi her seferinde içinizde ve dışınızda bölmeye ve bölünmeye götürecektir.

Çünkü; ego, sizi içinizde, toplumsal bilinci ise dışınızda bölerek, kendi gerçekliğini sürdürebilir. Bölünme; iyi-kötü, doğru-yanlış, çirkin-güzel, savaş-barış, toplumsal bilinç (size betimlenenler, öğretilenler ve bu yolla yaşadıklarınız) sizin gerçeğiniz (yüreğinizde yaşamak ve OL’mak istedikleriniz) arasında, sürekli bölüneceksiniz. Gidip geleceksiniz. Hangisi doğru? Hangisi iyi? Benim doğrum. Benim yaşamım. Benim. Siz ve diğerleri.

Bu gidiş ve gelişlerinizde, sürekli bir yerlere TARAF olmak durumunda kalacaksınız. Ya iyide duracaksınız ya da kötüde. Herkes kendince “kendi iyisinde” duracağı için, karşı taraf bu arada, hep yanlışta kötüde duruyor olacak. Herkes kendi iyisinde (kendi gerçekleri zannettiğin de, inançlarında, sınırlarında, seçimlerinde) taraf olduğunda karşıki kişi veya şeyler kötü taraf (kötü tarafta kendisine göre iyi tarafta durmaktadır ve ona göre de diğer taraf kötü taraftır. Yanlıştır. Onun düzeltilmesi gerekmektedir) olacaktır.


Kendinizce “iyi tarafta durma haklılığı”nızdan dolayı, kötüleri ve yanlışları düzeltmeye çalışacaksınız. Ya da kendi tarafınıza almaya çalışacaksınız. Size benzetmeye çalışacaksınız. Bunu yapmak için her zaman bir nedeniniz olacak. En basit, doğal ve gerçekçi nedenle, huzur ve sevgi bulmak için bunu yapacaksınız.

Zihin (ego-nefs) kendini bölerek, gerçek kılmaktadır. Herkes de kendisini iyi taraf zannettiği için, toplumsal bilinci her geçen gün beslemektedir. İyi de ve kötü de durmanız, hiçbir şeyi değiştirmez, çünkü bir taraftasınız ve diğerleri var…

İyileştirme sanrısıyla, düzeltmeye çalıştığınız sistem, sizin iyi tarafta durduğunuzu sanmanız ile beslenmektedir. İyi şeyler yapanlar, kötü şeyler yapanlar. Ve her zaman olduğu gibi, kendini kabul etmek ve zafer kazanmak için olan savaşlar. Egomuz bizlere çok büyük bir oyun oynamakta. Bu demek değil ki; iyilik adına çalışmayalım. İyilik yapmayalım. Sistemin çözülmesi için, bir tarafta durmayı bırakıp, öncelikle anlayış ve kabul geliştirmeliyiz. Anlayış ve kabul gerçekleştirildikten sonra, olanın ne olduğu görülüp, bir çözüm ve çözümle birlikte değişim gerçekleştirilebilir. Değişim, egonun aşılması ile olabilecek bir şeydir. Egonun aşılması, egonun dengelenmesidir. Denge insanın nötr olmasıdır. Nötr hal; bütünsel bir anlayışı gerçekleştirdiği ve yüksek bilinçle herkesin “en yüksek hayrı”na eylemde olduğu haldir.

İyileştirmenin koşulu; karşı tarafta kötü bir şeyin ve değiştirilecek, kabullenilemeyen bir olgunun olmasına bağlıdır. Yoksa iyileştirme eyleminin kendisi olmaz.
Bu bölünmeden çatışma, mücadele ve savaş doğar. İçimizdeki savaş, dışımızdaki savaş. Dünya insanlığının kendisini ve yolunu kaybettiği, içinde binlerce seneden beri ağladığı, acı çektiği, hayal kırıklıkları, ölüm, şiddet, kıtlık, yoksulluk ve zavallılıklarımızın bulunduğu bölünmüş bir dünya ortaya çıkar.

Yapılması gereken tek şey, bölmekten ve bölmeye zemin hazırlayan her şeyi, ne olursa olsun (iyi ve doğruda durmak da; taraf yaratıyorsa eğer, bizi bölünmeye götürür) bırakarak ve gerçek kendimizi, bizi bölen inançlardan, kurallardan ve eylemlerden ayıklamaktır. Bölme eyleminin ve taraf olmanın gerçek doğasını, olmakta olduğu gibi gördükten ve idrak ettikten ve olaya teşhis koyabildikten sonra, ne yapabileceğimize yönelebiliriz. Bunun dışında her şey; herkesin, yine bir şekilde “kendi iyisi”ni gerçekleştirmeye çalıştığı ve akabinde herkesin kendi çıkarları için savaştığı bir dünya olacaktır. Bizler hepimizin; kendisi olarak var olduğu ve kabul gördüğü, ortak iyiliğimiz ve selametimiz için çalıştığımız, yaşadığımız bir dünyayı yaratabiliriz. Bu dünya, hepimizin yüreğinden gönüllü onaylanırsa (kavranırsa) gerçek kılınabilir.

Egomuzun bizim düşüncelerimizi, eylemlerimizi ve nihayetinde dünyamızı bölmesiyle ilgili sorunu görmek, bize çözüm yolunu açar. Soruna sahip olduğunuzun “farkındalığı”, sorunun aynı zamanda çözülmüş olduğunu gösterir. Çünkü sorun ve çözüm, bir paranın iki yüzü gibidir. İkisi birlikte gelip giderler. “Birisini tanımlayıp idrak edebilirseniz, diğerini de görebilirsiniz.”

Çözümün idrakle, farkındalıkla gelen bir yapısı vardır. Farkındalık, insanın yaratıcı doğasıyla da ilgilidir. Çünkü, farkındalık insanın içinde taşıdığı güneşe benzer. İçinizdeki gün ışığı, dikkatinize gelen “şeyleri” besler ve büyütür ve bu dünya için, gerçek kılar. İçinde yaşadığımız dünya dualistiktir. Her şey birbirinin zıddıyla vardır. Beyazı görmek için siyahı, doğruyu anlamak için yanlışı, iyiyi hissetmek için önce kötüyü deneyimleriz.

Bu, bizim zihnimizin mana oluşturmak için kullandığı “var” olma duygusunun deneyimlenmesi için, kullandığı bir modeldir. Zihin doğası gereği, her seferinde tek tarafta olabilir. Asla ikisini birlikte göremez, ikisini birlikte gördüğü nötr halinde olamaz. Halbuki “kötünün ardında iyi, çirkinin ardında güzel ve sorunun ardında çözüm” bulunur. İki kutup, tıpkı bir sopanın iki ucu gibidir. Ego, “sopanın bütünü”nü göremez ve onun sopa olduğunu bilemez. Böler ve taraf olur.

Zihnin çalışmasının farkındalığına ulaştıktan sonra, siz değişmeye başlarsınız. Çünkü fark etmek, bilmek demektir. Bildiğiniz zaman, asla bilmemiş gibi olamazsınız.

Sizin kendi içinizde dokunduğunuz, farkındalığın ışığına getirdiğiniz, her karanlık ve bölünmüşlük, dünyanın karanlığına ve bölünmüşlüğüne bir IŞIK yakmaktır. Çünkü kendi bölünmüşlüğünüze ve karanlığınıza dokunmanız, aynı zamanda toplumsal karanlığa ve bölünmüşlüğe de dokunmaktır. Toplumsal bölünmüşlük, toplumda tek tek her bir “bireyin kendi karanlığı”nın toplamıdır. Ve bu şekilde kendi adımıza toplumsal bilinci “kendi karanlığımız”la (bölünmüşlüğümüzle) beslemeye son veririz.

Değişim başlar. Siz değiştikçe, dünya da değişmeye başlar. Değişim; “insan-insan bilincine evrimleşmek”tir. Eski yapıları ve bölünmüşlüğü bırakmaktır. Eski zihinsel alışkanlıkları ve kolaylıkları, gerçek insan olmak için terk etmektir. Daha bütün ve daha tam olmaktır. Kendiniz olmaktır. Neyseniz o olmaktır. Yüreğinizdeki gerçeğiniz olmaktır.

Dolayısıyla, dünya adına yapılacak iyileştirme için; eskinin daha iyi bir modeli değil, yeni bir doğum gereklidir. Yeni bir bilinç gereklidir. Çünkü, eskiyi ne kadar iyileştirirseniz iyileştirin, eski eskidir. Özü eskidir. Modeli eskidir. Eski, evrim tarihinde yerini alacak ve yeni; bütün yaşam gücü ile birlikte açığa çıkacaktır.

Bizler bir evrim geçiriyoruz. “Hayvan-insan doğamız”ın etkisi altında olan varlık bilincimizden, “İnsan-İnsan bilinci”ne geçiyoruz. Dönüşüyoruz.
Yeni dünyayı, yeni yaşamı, yeni bilinci hep birlikte doğuruyoruz.

İnsan-İnsan bilincinde bölünme yoktur. Bölünme olmadığı için, çatışma da yoktur. Ve en önemlisi, ayrılık olmadığı için, savaş ta yoktur.

Gerçek değişim ve yeni bir bilinç, tek tek bireylerde gerçekleşebilir.

Her bireyin yaktığı ışık, kendi içinde ve ortak yaşadığımız dünyada ve toplumsal bilinçte bir fark yaratır.

“Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan, önce kendinden başlamalıdır.”
Sokrates

Ve kendinize yürüyüşünüz sırasında, yüreğinizden dünyasal BARIŞA da bir kapı açılacaktır. Bir şans doğacaktır. Dünyanın şansı sizin kendinizi, insan-insan bilincine dönüştürmenize ve gerçek kılmanıza bağlıdır.
Dünyanın sizden başka şansı yoktur.
Her birey bunu idrak etmedikçe gezegenimize ve yaşamlarımıza sahip çıkamayız.

Yazan Nilgün Nart
“Daha Geç Olmadan” 2008 - Küresel Isınma Kitabından

www.kuresel-isinma.org